AB YEŞİL MUTABAKATI

Gelecek yıllarda tüm dünyada 2020 ve 2021 yılları “Koronavirüsle Boğuşma Yılları” olarak anılacak. Gerçekten de bu yıllarda hayatta kalma dışında bir önceliğimiz olmadı. Ancak, insanlık bu illetle de baş etmenin yollarını buldu ve bir süre sonra maskeli fotoğraflarımız soluk bir anı olarak kalacak belleklerimizde.

Yavaş yavaş hayatta kalmak dışında başka önceliklerimizin de olması gerektiğini hatırlayacak ve işlerimizi elde tutmanın ve geliştirmenin yollarını aramaya başlayacağız. Kanımca bu dönemde Türkiye ekonomisinin başını en fazla “Avrupa Yeşil Mutabakatı” ağrıtacak.

“Bu da nereden çıktı” demeyin, çünkü yeni duyulan çok değişik bir şeyden bahsetmiyoruz.

Avrupa Komisyonu 11 Aralık 2019 tarihinde AB’nin yeni büyüme stratejisi olarak AB Yeşil Mutabakat bildirisini yayımladı. Bildiride, iklim dostu endüstrilerde öncü olunacağı ve temiz teknolojilerde standart belirleyici konumda olunacağı belirtildi. Komisyon Başkanı Ursula Van Der Leyen “Avrupa Yeşil Mutabakatı, yeni büyüme stratejimizdir. Bu mutabakat yeni iş alanları yaratırken emisyonu azaltmamıza yardımcı olacak” diye stratejinin ana hedefini açıkladı. Bildiride, Paris Anlaşmasının gelecek dönemde AB’nin gerçekleştireceği ticaret anlaşmalarında vazgeçilmez bir kriter olacağı vurgulandı.

2015 yılında Paris'te imzalanmasından dolayı bu adı alan Paris İklim Anlaşması, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girdi. Türkiye anlaşmayı imzalamış olmakla birlikte henüz TBBM’de onaylamadı. Hatırlanacağı gibi, Başkan Donald Trump döneminde ABD Paris Anlaşmasından çekileceğini bildirmiş ve bir yıllık sürenin dolmasının ardından 4 Kasım 2020 tarihi itibarıyla Paris İklim Anlaşması ile bağını koparmıştı. Bununla birlikte, seçim döneminde vadettiği için yeni Başkan Biden’ın ABD’yi tekrar Paris Anlaşması tarafı haline getirmesi bekleniyor.

Paris İklim Anlaşması, 2020 sonrası süreçte, iklim değişikliği tehlikesine karşı küresel sosyo/ekonomik dayanıklılığın güçlendirilmesini hedeflemektedir. Paris Anlaşması’nın uzun dönemli hedefi, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasen küresel sıcaklık artışının 2°C’nin olabildiğince altında tutulmasıdır. Bu hedef fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımının tedricen azaltılarak, yenilenebilir enerjiye yönelmeyi özendirmektedir.

Avrupa Birliği, bir taraftan Koronavirüs ile mücadele ederken bir taraftan da karbon salınımını azaltmayı öngören mevzuat çalışmalarını da yürütüyor. Son olarak Q2 2021 numaralı “Sınırda Karbon Düzenlemesi” regülasyon taslağını bu yıl içinde Konsey’e sunması bekleniyor. Buna göre, karbon salınım seviyelerinin 2030’da 1990 seviyelerine indirilerek, salınımda % 55 azaltım öngörülüyor.

Buna göre, uygulanacak mekanizma seçenekleri içinde, karbon kaçağı riski olan sektörlerde ithal ürünler için sınırda vergi uygulanması da yer alıyor. AB Parlamentosu 10.03.2021 tarihinde düzenlemenin 2023 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmesini tavsiye eden ve metnin içeriğine ilişkin önerileri de kapsayan raporu onayladı. Komisyonun da metni Haziran ayı içinde Konsey’e sunması bekleniyor.

Kurulması öngörülen mekanizma “karbon ayak izi” takibini esas alıyor. Karbon ayak izi, birim karbondioksit (CO2) cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsü olarak tanımlanıyor. Karbon ayak izi doğrudan veya dolaylı ayak izi olmak üzere iki parçadan oluşuyor. Doğrudan ayak izi, evsel enerji tüketimi ve ulaşım (uçak, otomobil gibi motorlu taşıt kullanımı) dahil olmak üzere fosil yakıtların yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının, dolaylı ayak izi ise kullanacağımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsü şeklinde tanımlanıyor.

Mekanizmanın ilk etapta AB-ETS (“EU Emissions Trading System”: Avrupa Birliği Emisyon Ticareti Şeması) kapsamındaki sektörlerdeki ürünleri kapsaması öneriliyor. Bu ürünler daha önceden nihai ürün haline getirilmiş olsa da yeni bir üretim için girdi olarak kullanılmaları durumunda da düzenleme kapsamına alınması öneriliyor. Mutabakatın EGS (Environmental-Social-Governance”: Çevresel-Sosyal-Yönetimsel) olarak ele alınması gerektiği ve öncelikle AB bina stokunun elden geçirilmesi gerektiği ileri sürülüyor. 14 Ekim 2020 tarihinde yayımlanan “Avrupa İçin Yenileme Dalgası” adlı Komisyon Bildirisinde, “% 55 emisyon azaltma hedefine ulaşmak için, AB’nin binalardan salınan sera gazı emisyonlarının % 60, nihai enerji tüketiminin %14, ısıtma ve soğutma için enerji tüketimlerinin % 18 oranında azaltması gerektiği belirtiliyor. Bu arada, enerji tüketmeden binaların nasıl sera gazı emisyonu saldığını hayal edebilmek için güneşe bakan beton blokların ve pencerelerin nasıl ısındığını incelemek gerekir.

Öte yandan, Mutabakat ile çevreci enerji olarak değerlendirilen hidrojenin kullanımının yaygınlaştırılması hedefleniyor. Bu kapsamda, AB’de 2024 yılına kadar en az 6 GW gücünde yenilenebilir hidrojen elektrolizörün kurulumu ve 1 milyon tona yakın yenilenebilir hidrojen üretiminin destekleneceği; 2025-2030 arasında en az 40 GW yenilenebilir hidrojen elektrolizörün kurulumu ve 10 milyon tona yakın yenilenebilir hidrojen üretiminin destekleneceği; 2030’dan itibaren karbondan arındırmanın zor olduğu tüm sektörlerde daha geniş ölçüde yenilenebilir hidrojen kullanımının yaygınlaştırılacağı belirtiliyor.

Çimento, demir-çelik, kimya, bina-inşaat, tekstil ve ilaç sektörleri “karbon kaçağı sektörler” olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla Avrupa Yeşil Mutabakatında muhtemelen en çok bu sektörlerin üzerine giden düzenlemeler ile karşılaşacağız. Yeşil Mutabakata göre gıda, elektronik, otomotiv, tekstil, ambalaj-plastik ve bina-inşaat sektörleri “döngüsel ekonomi”ye yatkın sektör olarak değerlendiriliyor. “Sürdürülebilir ürün inisiyatifi” için sektörel seviyede ürün metriği oluşturulması bu metrikte enerji verimliliği – karbon ayakizi – tamir edilebilirlik – ürün dayanımı – geri dönüşüm gibi unsurların değerlendirileceği ifade ediliyor. Bu arada, karbon ayak izi ölçü alındığında, taşıma sektöründe en uygun modun deniz taşımacılığı olarak ön plana çıkacağı ifade ediliyor.

Dilerseniz bunca teknik açıklama ile ne söylenmek istendiğini daha anlaşılır bir şekilde ifade edelim. AB, “öncelikle kendi topraklarımda karbon salınımını azaltacağım” diyor. Önce binalarda, sonra üretim tesislerinde yapısal değişiklikler öngörüyor. AB’deki vatandaşların bu düzenlemelerden   fazla  zarar görmemesi adına para muslukları da açılıyor. Komisyon  COVID-19’un getirdiği ekonomik çöküntüyü gidermeye yönelik 759 milyar EURO’luk yardım planı açıklıyor. Yardımın sadece toparlanma amacıyla yapılacak harcamalar için değil, “Yeşil Mutabakat” ve dijitalleşmeye yönelik yatırımlara da verileceği belirtiliyor. Planda fonun % 37’sinin Yeşil Mutabakat düzenlemeleri için tahsis edildiği belirtiliyor.

Gelelim bu düzenlemeler bizi nasıl etkiler konusuna. Hatırlanacağı gibi, 1990’lı yıllarda AB ülkelerine ihracat yapacak firmalara alıcı firma müfettişleri inceleme yapmaya gelirdi, çocuk işçi çalıştırılıyor mu, çevre kirletiliyor mu diye. Üretim süreçleri gözden geçirilir, sonra mal siparişi verilirdi. AB Yeşil Mutabakatı yerli üreticilerimizi benzer teftişlerle ve belgelendirmelerle karşı karşıya bırakacak.

“Bendeki üretim süreci Avrupa Birliği’ni neden ilgilendiriyormuş? Onlar benden aldıkları mal kaliteli mi kalitesiz mi, ona baksınlar” diyeceğimiz günler de sona eriyor. Avrupa Birliği diyor ki, “Arkadaş, karbon salınımı siyasal sınırlarla kısıtlanmış değil. Sen sera gazı salınımını yüksek yaptığında benim de yaşadığım küresel iklimi ısıtmış oluyorsun. Dolayısıyla senin saldığın gaz tüm dünyada yaşayanları olumsuz etkiler. Bu dünya yaşanmaz hale gelecek kadar ısındığında gidebileceğimiz ikinci bir dünya da yok. Bu nedenle, sera gazlarıyla birlikte mücadele etmemiz gerek”.

Kontrol mekanizması ise şöyle kurulacak: İşletmeler üretim yaptığı zaman doğaya saldığı sera gazı miktarlarını ölçecek. Bu ölçümü uluslararası bir protokol olan GHG’ye uygun yapacak. Üç aşamalı yapılan ölçümlemeler sonucunda “Toplam Karbon Ayak İzi Raporu” akredite bir kurumdan alınacak. Bir anlamda, ürünler AB sınırlarına dayandığında, gümrük görevlileri CE işareti arar gibi, ürünlerle ilgili GHG denetim raporunu arayacak. Yenilenebilir enerji ile üretilmeyen ve Karbon Ayak İzi Ölçüm raporu olumsuz olan ürünlerin ya AB’ye girişine izin verilmeyecek ya da bu ürünler için ciddi oranda vergi tahsil edilecek. Ölçümlemelere ürünlerin taşınmasında kullanılan karbon salınımları da dahil edilecek.

Dünya yeni bir üretim modeline doğru hızla geçiş yapıyor. Elektrikli otomobil üretimi son derece yaygınlaştı. Bazı firmalar sıfır emisyonlu hidrojen ile çalışan yakıt hücresi teknolojilerini üretti bile. Bu şekilde çalışan otomobiller, otobüsler, kamyonlar karayollarında sefer halinde.

COVID-19 belasından kurtulmaya başladık diye sevinirken, AB Yeşil Mutabakatı’na takılmamak için şimdiden önlemlerimizi almaya başlamamız gerek. Bunun için ilk etapta “farkındalık seminerleri” için sektör kuruluşları harekete geçmeli ve üyelerini uyarmalıdır.

Cahit Soysal (cahit.soysal@gmail.com)

Önceki ve Sonraki Yazılar