İKİ UCU KİRLİ DEĞNEK

Karayolu ile uluslararası yük taşımacılığı yapmak karmaşık bir iş haline geldi. Nakliyecilerin geçiş yaptıkları ülke mevzuatlarının farklılıkları ve bu farklı uygulamalara karşı ileri sürülebilecek politika önerileri bile günden güne değişmek zorunda kalabiliyor. Çünkü olay sadece eşya taşımakla sınırlı bir operasyon olmanın ötesine geçmiş durumda.

Önceleri sadece TIR kamyonlarının yollarını çiğnediği ülkelerin karayolu ve gümrük mevzuatının getirdiği zorluklarla boğuşan nakliyeciler, şimdilerde “kaçak göçmen” sorunuyla cebelleşiyor. Yolboyu gümrük kapılarındaki kamu otoriteleri taşınan eşyadan çok “kaçak göçmen”e odaklanmış pozisyonda.

Ülkesindeki kötü yönetimden ve yoksulluktan bezen Afganistanlı, Pakistanlı, Iraklı, Yemenli Türkiye’yi bir sıçrama tahtası yaparak kapağı Batı Avrupa ülkelerine atmanın derdinde. Bunlara son altı yıldır Suriyeliler de katıldı. Üstelik sayısal olarak çok daha büyük boyutlarda bir kaçak göç hareketi yaşanmaya başlandı.

Kendisini ve ailesini her an batma tehlikesi olan bir lastik botla Yunan adalarına atamayan göçmenler için tek seçenek TIR kamyonları kalıyor. Bu göçmenlerin kaçışını organize eden insan kaçakçıları nerede, nasıl ve hangi yöntemleri kullanarak becerirler bilinmez, ama bir şekilde kamyon sahibinden ve şoföründen habersiz olarak göçmenleri TIR kamyonlarının römorklarına bindiriyorlar. Olaya nakliye şirketi açısından bakıldığında, en ideali göçmenin Türk gümrükleri tarafından tespit edilmesi ve yakalanmasıdır. Bu olaylar da adli makamlara intikal ediyor ama derdinizi kendi adliyelerinize anlatmakta çok da güçlük çekmiyorsunuz.

Kaçak göçmenin yabancı ülkelerdeki yol boyu gümrüklerinde yakalanması ise nakliyeci açısından tam bir felaket. Örneğin, Almanya’ya yük taşıyan bir Türk TIR kamyonu Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan ve Avusturya’da 8 sınır kapısı geçerek Almanya’ya giriş yapmak durumunda kaldığından, bu kapılardan herhangi birinde kaçak göçmenle yakalanabilme riski taşımakta. Asıl sorun bundan sonra başlıyor. TIR şoförü bulunulan ülkenin dilini ve ceza hukukunu bilmediği için kendisine yerel bir avukat tutmak zorunda kalıyorsunuz. Yargılama süreci uzun sürse de bu süreci beklemeden kesilen para cezalarına muhatap olabiliyorsunuz. Bu cezaları ödemezseniz aracınızın hareketi kısıtlanabiliyor. Bu sefer de göndericinin ve alıcının yakınmaları başlıyor. Kısacası, “2 – 3 bin EURO kazanacağım” diye başlattığınız sefer size 50.000 EURO’lara varan bir masraf kapısı açabiliyor.

İşte bu aşamada nakliyeciler bir ikilemle karşı karşıya kalıyor. “Acaba kamyonumun Türk gümrüklerinden hızlı geçmesi mi iyi, hızlı geçmeyip her seferinde X-RAY cihazına girmesi mi daha iyi” düşüncesi zihinleri meşgul ediyor. Tam bir “iki ucu kirli değnek” durumu.

Bu ikileme düşmemek için güvenli TIR parkları, güvenilir şoför istihdamı, çekici ve römork kamera, sistemleri, karbondioksit veya kalp ritim ölçme cihazları gibi gelişmiş teknoloji ürünleri kullanmak gerekiyor. Tüm bu önlemlere karşın insan kaçakçılığını tümüyle ortadan kaldırmak mümkün olamayacaktır. Ancak, “lütfen tüm araçlarımı X-RAY’a sokun” diyebilen bir nakliyeci konumuna düşmekten daha doğru bir yaklaşım sergilenmiş olunacaktır.

Artık başarılı bir uluslararası nakliyeci olabilmek için sadece uluslararası taşımacılık mevzuatını ve küresel tedarik zinciri süreçlerini iyi bilmek yeterli olmayacak. Bunların yanı sıra, küresel siyasi ve ekonomik gelişmeleri doğru analiz edebilmek, yasa dışı insan hareketlerini ve toplumsal direniş ve kalkışmaları da iyi izlemek gerekiyor.

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, karayolu ile uluslararası yük taşımacılığı yapmak gerçekten çok karmaşık bir iş haline geldi.

Cahit Soysal/csoysal@uysen.com  

Önceki ve Sonraki Yazılar