DEPOLAMA BİR ÜRETİM FAALİYETİ MİDİR, DEĞİL MİDİR?

Tedarik zinciri bileşenlerinden birisi depolamadır. Günümüzde tedarik zincirinin etkin bir yapıya kavuşmasında dağıtım merkezleri, depo, antrepo ve gümrüklü sahaların, yani stok alanlarının konumu, kapasitesi, işletilmesi ve operasyonlara uygunluğu giderek daha fazla önem kazanmaktadır.

Depolar eşya cinsine ve depolama koşullarına göre farklı yapılarda inşa edilmektedir. Üretilmiş mallar için “genel ticari mal depoları”, dondurulmuş ürün, çabuk bozulur, hassas ve kullanma süreleri kısıtlı mallar için “saklama depoları”, ilaçlar için “özel donanımlı depolar”, bürokratik işleme tabi tutulacak mallar için “resmi depolar”, ev eşyaları, büro malzemeleri ve mefruşatlar için “mobilya depoları”, ilaç, kimyasal ve kritik malzemeler için “özel ürün depoları”, patlayıcı, nükleer, biyolojik ve kimyasal malzemeler için “patlayıcı ve tehlikeli madde depoları”, büyük hacim ve tonajlı malzemeler için “büyük miktar ve dökme yük depoları” inşa edilmekte ve hizmete alınmaktadır.

Bu depoların inşa edilmesinin getirdiği maliyetlerin yanı sıra bunların işletilmesi de ciddi harcamalar yapılmasını gerektirir. Örneğin “özel donanımlı bir depo” işletmek isteyen girişimcinin bir uygun bir arsa bulması, depo binasını inşa ettirmesi, deponun elektrik, aydınlatma, soğuk hava bölümleri, hijyenik alanları, gibi bölümlerini donatması, depoyu işletecek personel için büro ve büro malzemeleri temin etmesi gerekir.

Daha bir kuruş para kazanmadan yapılacak tüm bu yatırımdan sonra müşteri temsilcilerini piyasaya sevk etmesi ve deposuna müşteri bulması gereken, girişimci müşteriyi bulduktan sonra bunların getireceği malları belli bir düzende istiflemesi; malların bozulmaması, ezilmemesi ve nemlenmemesi için bir dizi önlem alması icap eder.

Müşteri bu hizmeti karşılığında depo işleticisine bir depolama ücreti ödeyecektir. Eğer müşteri sürekli bu depo ile çalışıyorsa muhtemelen depolama ücretini 3 -5 aya yaydığı bir ödeme planı ile ödeyecektir.

Depo işleticisi başkalarının mallarını değil de kendi mallarını depoluyor ise, bu takdirde ürünleri iyi muhafaza etmek ve arz – talep dengesini kurarak malları müşterilerine satmak durumundadır. Günümüz koşullarında, bu satış bedeli de muhtemelen 3 – 5 aya yayılan bir ödeme planına göre tahsil edilecektir.

Diğer taraftan, talep yönetimi süreci, talebin yoğunlaştığı dönemlerde sunulabilecek miktarda ürün bulundurma zorunluluğunu ortaya çıkarır. Örneğin, ambalajlanmış dondurma satan bir işletme kış aylarında süt depolamak ve bunu ürüne dönüştürdükten sonra dondurmaları talebin yoğunlaştığı yaz aylarında piyasaya sürmek durumundadır. Doğal olarak, ürüne dönüşmüş dondurma paketleri 4 – 5 ay derin dondurucularda muhafaza edilmektedir.

Son günlerde medyada yoğun olarak domates, biber, patlıcan fiyatlarından yakınmalar olduğu görülmekte ve üreticiden tüketiciye kadar oluşan tedarik zinciri düşünülmeden “neden üreticiden 1 liraya alınan ürün pazarda 5 lira oluyor” diye serzenişlerle karşılaşılıyor. Bunlara bu yıl bir de kuru soğan eklendi. Tarlada yeterince ilaçlama yapılamadığı için “mavi küf” hastalığı bulaşan kuru soğanlar aynı torbadaki sağlam soğanları da bozmaya başladı. Bu nedenle, yapılan elleçleme ile çürükler ile sağlamlar ayıklanmaya başlandı. Bu durum, kuru soğan maliyetlerinde ilave artışlara neden oldu.

Televizyonda haber izlerken üretici ve tüketicilerin tedarik zinciri konusunda fazla bilgileri olmadığından, üretici ile tüketici arasındaki fiyat farkını çok görmelerini anlayışla karşılıyorum. Bir taraftan da, içimden şeytanın avukatlığını yapmak geçiyor. Fiyat farkından yakınan üreticiye, “madem ki senden 2 liraya  satın alınan domates şehir pazarlarında 10 liraya satılıyor, neden sen de bunları pazarlara taşıyıp satmıyorsun? 10 liranın tümü de senin cebine girer” demek geçiyor. Ya da fiyat farkından yakınan tüketiciye “madem ki Antalya’da tarlada 2 liradan satılan domates senin alışveriş yaptığın pazarda 10 liraya satılıyor, neden sen de domatesi gidip Antalya’da tarladan satın almıyorsun? Böylece 8 lira cebinde kalmış olur” demek istiyorum.

Oysa günümüzde tedarik zincirindeki oyuncuların tümü kendi işlevlerini yerine getiriyor ve biz nihai tüketici olarak 600 -700 kilometre uzaklıkla yetişen tarım ürünlerine kolaylıkla erişebiliyoruz. Kaldı ki, tarım ürünleri “yükte ağır pahada hafif” ürünler olduğundan taşıma ve depolama maliyetleri normal endüstri ürünlerine göre çok daha fazla oluyor.

Dolayısıyla hiç kimse, taşımacılığın, elleçlemenin, istiflemenin, depolamanın bir üretim faaliyeti olmadığını söyleyemez. Eğer bu faaliyetler üretim sürecinin belli aşaması olarak değerlendirilmiyor ise ciddi sorun var demektir.

Son günlerde, popülist söylemlerin rüzgârına kapılarak soğan depolarını basan kamu görevlilerinin sayısı artınca, gözler depolama hizmeti veren işletmelerin üzerine odaklandı.

Bu konuda kamu görevlilerinin elindeki pusula şu olmalıdır: Piyasa fiyatlarından ürün satın almak isteyen müşteri olduğu halde deposundaki malları satmayan kişi stokçudur ve bu stokçular cezalandırılmalıdır.  Ancak, piyasa fiyatlarından ürün almak isteyen müşteri yoksa veya bu müşteriler belli periyotlarla kendisinden mal satın alıyorsa, malları muhafaza eden kişi depocudur. Depoculuk ise yasalarla korunan bir lojistik faaliyetidir.

Hizmet sektörü de bu ekonominin temel sektörlerinden biridir ve kimse bu sektörü haksız yere suçlamamalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar