"LOJİSTİKTE KARBON NÖTR HEDEFİNE ULAŞABİLİRİZ"

"LOJİSTİKTE KARBON NÖTR HEDEFİNE ULAŞABİLİRİZ"

ÖZEL RÖPORTAJ - Denizyolu taşımacılığında firmalarla birlikte önemli Ar-Ge projelerine destek sağlayan Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi, Lojistik Yönetimi Bölümü Bölüm Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Volkan Çetinkaya ve Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü Bölüm Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Onur Akdaş, Yeşil Lojistikçiler’in sorularını cevaplandırdı.

Karbondioksit ve sera gazlarının artışı son yirmi yıldır geleceğimizi olağanüstü düzeyde tehdit ediyor. Son 50 yılda atmosferdeki karbondioksit miktarı yüzde 25 oranında artış gösterdi. Bu artışın temel sebebini beslenme ve barınmanın yanında bu faaliyetleri destekleyen üretim ve ulaştırma gibi diğer insan aktiviteleri oluşturuyor. Sera gazı oluşumunda ulaştırma faaliyetleri yüzde 29 ile en çok paya sahip.

Paris İklim Anlaşması ve Yeşil Mutabakat emisyonların azaltılması ve hatta sıfırlanması için hedefler ortaya koymuş durumda ve bu hedeflere ulaşmak için emisyon takibinin lojistik sektöründe önümüzdeki birkaç yıl içerisinde zorunlu olacağı değerlendiriliyor. Sıfır Karbon hedefinin özellikle denizyolu konteyner taşımacılığı ve limanlar özelinde yarattığı gelişmeleri, sorunun çözümlerinden bir tanesi olarak öne sürülen karbon offset mekanizmasını bu konularda sektör ile çalışmalar yürüten Dr. Öğr. Üyesi Volkan Çetinkaya ve Dr. Öğr. Üyesi Onur Akdaş’a sorduk. İşte sorularımıza aldığımız cevaplar…

volkan-cetinkaya.jpg

“DÜNYANIN EN BÜYÜK KAPASİTELİ 15 GEMİSİ 760 MİLYON ARABANIN YARATTIĞI EMİSYON KADAR SALIM YAPAR”

Deniz taşımacılığında emisyon takibi konusundaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Çalışmaların amacı nedir ve sonuç olarak neler bekliyorsunuz?

Volkan Çetinkaya: Özellikle denizyolu taşımacılığında gemilerin salım yaptığı emisyon ciddi derecede yüksek. Örneğin, dünyanın en büyük kapasiteli 15 gemisi 760 milyon arabanın yarattığı emisyon kadar salım yapar. Tabii denizyolu taşımacılığında sadece taşıma işlevini yerine getiren gemilerin saldığı emisyonun yanında, limanlardaki operasyonların oluşturduğu emisyonu da göz ardı etmemek gerekiyor. Biz bu noktadan hareketle, dijital platform üzerinden konteyner takip hizmeti veren bir özel sektör aktörü ile limandan-limana seyir ve liman içi operasyonlar sonucu oluşan emisyonları anlık olarak hesaplayıp görselleştirecek bir karar destek sistemi geliştirdik. Bunun dışında bir başka projede limanların denizel alanlarında bekleme yapan, seyreden ve manevra yapan gemilerin emisyonlarını anlık olarak hesaplayarak, limanların şehirlerdeki çevresel etkilerini bütünsel olarak ortaya koymaya yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Projeler sonunda yük sahibi limandan limana rota boyunca, limanda yükleme-boşaltma operasyonları sonucu ortaya çıkan emisyon miktarını ayrı ve bütünsel olarak konteyner başına öğrenmiş olacak. Diğer projemizin alanı biraz daha geniş. Yine, aynı start-up firma ile yürüttüğümüz proje sonunda liman açıklarında demirlemiş ya da limanda bağlı 100 gross-ton üzeri, yük, yolcu da dahil olmak üzere tüm gemilerin salım yaptığı emisyon miktarını belirlemeye çalışıyoruz. Proje sonunda liman yönetimlerine, liman şehirlerinin yerel yöneticilerine, merkezi otoritelere anlamlandırılmış veri sunarak çevre konusunda karar verme süreçlerine destek olacağımızı düşünüyoruz.

onur-aakdas.jpg

NET SIFIR EMİSYON

Karbon ayak izi takibi nasıl başladı bu konu ile ilgili gündemdeki gelişmeler nelerdir?

Onur Akdaş: Aslında genel olarak karbon ayak izi kavramı Birleşmiş Milletler İklim değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamındaki Kyoto Protokolü (1997) ve sonrasında Paris İklim Anlaşması (2015)’na dayanıyor. Kyoto Protokolü gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını 1990 yılına göre yüzde 5,2 azaltmalarını öngören bir anlaşma. Tabi 2000 yılından sonra üretimin ve mobilitenin artması protokolün genişletilmesini gerektirmişti. 2015 yılında Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmasındaki amaç ortalama küresel sıcaklık artışını 1.5 C° ile sınırlandırmaktı. Anlaşmayı Kyoto Protokolü’nden ayıran önemli nokta ülkelerin ve ülkelerde emisyon yaratan unsurların emisyonlarını ve emisyon azaltma çabaları ile ilgili süreçlerini raporlama zorunluluğudur. Emisyon azaltmada da hedef şöyle belirlenmiş durumda: 2030 yılına kadar karbon emisyonlarını yarı yarıya azaltmak, 2050 yılına kadar da tamamen sıfırlamak. İşte burada karşımıza şu tanım çıkıyor: Net sıfır emisyon. 

Emisyon azaltılması ve sıfırlanması konusunda hedef belirleyici kurum olan Birleşmiş Milletler’in Net Sıfır ile ilgili bir tanımı mevcut. Net Sıfır; sera gazı emisyonlarını, okyanuslar ve ormanlar tarafından atmosferden yeniden emilen emisyonlarla birlikte mümkün olduğunca sıfıra yakın bir seviyeye indirmektir. Yani salım devam edecek, bunun önüne geçemeyiz ancak bu salım, atmosferden eşdeğer miktarda gaz emilerek dengelenecek ve net sıfır hedefine bu şekilde ulaşacağız anlamına geliyor.

“ULAŞTIRMA SEKTÖRÜNÜN EMİSYON SALIMINDAKİ PAYI YÜZDE 30’LARA DAYANDI”

Burada bahsettiklerinizin lojistik sektörüne yansıması ne şekilde oldu?

Onur Akdaş: Tabii; ulaştırma sektörünün emisyon salımındaki payı yüzde 30’lara dayandığı için, emisyon takibi bu sektör için olmazsa olmaz durumda. Yaptığımız bir araştırmada özellikle Avrupa destinasyonlu yük taşımacılığında, taşıma sözleşmelerinde emisyon takibi yapılması gerektiğine dair maddeler olduğunu tespit ettik. Avrupa’da Yeşil Mutabakat’ta emisyonların sıfıra indirilmesi hedefi lojistikte emisyon takibini önemli kılmış durumda.

Dünya genelinde ise özellikle denizyolu taşımacılığında IMO bu konuya el atmış durumda. IMO gemilerin emisyon ölçümü için 2014 yılında bir rapor ve rehber yayınlamış ve 2020 yılında güncellediği GHG Study 2020 ile gemilerin karbon ayak izi hesaplaması için ana yöntemleri sundu. Yine IMO altında çalışan bir komite olan MEPC: Marine Environment Protection Committee yayınladığı deklarasyonlarda gemilerin enerji verimliliği ve emisyon kirliliği ile ilgili yükümlülüklerini ortaya koyuyor. Örneğin ortaya konulan bir yükümlülükle gemiler şu an sülfür oranı yüzde 2.7 oranında olan yakıt kullanabilirken, 2025 yılından itibaren sülfür oranı yüzde 0,1’den yüksek yakıt kullanamayacaklar. Sonuç olarak bu kurallar ortaya konulan Sıfır Emisyon hedefine ulaşabilmek adına lojistik sektöründe daha da katılaşacak ve karbon takibini daha da önemli kılacaktır.

Burada genelde denizyolu konuştuk, çünkü karayolunda emisyon takibi zor. Karayolu emisyon takibinde araç ve yük takibi için firmaların istekli olması ve gerekli alt yapıyı hazırlamaları gerekiyor.

“YÜKÜN SAHİBİ, KENDİ ÜRÜNÜNÜ BİR YERDEN BİR YERE DENİZYOLU İLE TAŞITIRKEN ÇEVREYİ DE GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURUYOR VE HATTA KİMİ ZAMAN NAVLUN MALİYETİNİN ARTMASINI BİLE GÖZE ALABİLİYOR”

Lojistikte karbonsuzlaştırma politikalarına bakış açısı nedir? Bununla ilgili bir ölçüm yapıldı mı?

Volkan Çetinkaya: Evet. Bununla ilgili yapılmış bilimsel çalışmalar mevcut. Ekibimizin öğrencileri de içine alarak yürüttüğü bir TÜBİTAK projesiyle biz de bu soruya tarifeli denizyolu taşımacılığı bağlamında cevap aradık. Sanayi paydaşlı olarak uluslararası katılımla tasarladığımız projemizin sonucu olarak tarifeli denizyolu konteyner taşıyıcısının çevresel duyarlılığının artık bir tercih nedeni olarak konumlanmış olduğunu gördük. 81 ülkeden yüzlerce katılımcının yanıtlarını bilimsel yöntemlerle analiz ederek yaptığımız çalışma özelinde belirtilmesi gerekir ki hem forwarderlar hem de yük sahipleri tarifeli denizyolu konteyner taşıyıcısını seçerken onun çevreye duyarlılığını göz önünde bulunduruyorlar. Tabii aynı çalışmada, çevreye duyarlılık kriteri diğer seçim kriterleri ile de karşılaştırıldı ve çevreye duyarlılığın diğer birçok kriterden daha fazla önemsendiği ortaya koyuldu ve yük sahiplerinin bu konuda daha hassas ve seçici olduğunu da kanıtlanmış oldu. Özetle, yükün sahibi, üretici kendi ürününü bir yerden bir yere denizyolu ile taşıtırken çevreyi de göz önünde bulunduruyor ve hatta kimi zaman navlun maliyetinin artmasını bile göze alabiliyor. Bu tercihler bize daha yeşil bir tedarik zinciri için arz yönünde bir istek olduğunu ve fazladan bir maliyete hazır olunduğunu da gösteriyor.

EMİSYON ENVANTERİNİN HESAPLANABİLMESİ…

Şu anda lojistik sektöründe emisyon takibi konusunda yapılan çalışmalar ne durumdadır?

Volkan Çetinkaya: Sektörde emisyon takibi konusunda önde giden firmalar genel olarak denizcilik firmalarıdır. Bunun dışında yük sahibi olan üretici firmalardan kurumsal olanlar da bu yönde çalışmalara başladı. Havayolu firmaları da çalışmalarını başlatmış durumda. Ancak, biraz önce de bahsettiğimiz gibi karayolundaki kısıtlardan dolayı bu sektör diğerleri ile kıyaslandığında oldukça geride. Sektör paydaşları gerekli altyapıyı hazırladığında karayolundaki emisyon envanterini ortaya koymak ve önlemleri almak hızlı ilerleyecek bir süreç olacaktır diye değerlendiriyoruz.

Emisyon envanterinin hesaplanabilmesi için dijital platformlar da mevcut. Burada önemli nokta, ortaya konulan emisyon miktarının akredite bir mekanizma tarafından onaylanması. Bunun için de Avrupa’da Hollanda merkezli Smart Freight Center adlı bir oluşum mevcut. Bu kurum dünyadaki önemli üretici ve lojistik hizmet sağlayıcıların kurucusu olduğu bir uluslararası organizasyon. GLEC (Global Logistics Emissions Council) başlıklı metodoloji raporlarında emisyon hesabı için temel çerçeveyi özetlemişler, buna göre de sizin hesaplama yönteminizi akredite ediyorlar ve GLEC sertifikasyonunu veriyorlar. Kurum sertifikasyon dışında eğitim faaliyetleri de sunuyor.

Peki burada bahsettiğimiz emisyonların 2030 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltılması ve Net Sıfır gibi hedeflere ulaşmak için güncel  yöntemler neler?

Volkan Çetinkaya: Azaltmak amacıyla uygulanacak yöntemi seçmek için, önce saldığımız emisyon miktarını detaylı olarak bilmek durumundayız. Bunun için kullanılan temel hesaplama yöntemi referansı ISO 14060. IMO bunu referans alarak denizyolunda emisyon hesaplama metodolojisi geliştirmiş, Smart Freight Center da GLEC ile tüm lojistik alanında uygulanabilmesi için çerçeveyi belirlemiştir. Burada salınan emisyon hesaplanıp koyulduktan sonra karar vericiye emisyon bağlamında en optimal rota önerilerini sunacak karar destek sistemleri geliştirilmelidir.

KARBON-OFFSET

Onur Akdaş: Sonraki aşama ise sıfır emisyonu sağlayacak aşama. “Ben bu miktarda emisyonu doğaya saldım ama bunun karşılığında ne yapmam gerekir?” sorusunun sorulduğu aşama. İşte burada son zamanlarda gündemde olan “Karbon-offset” kavramı ortaya çıkıyor.

Karbon-offset konusunu biraz açabilir miyiz?

Onur Akdaş: Karbon offset, emisyon üretmesi kaçınılmaz sektörler için sera gazı emisyonlarını telafi etme mekanizmasıdır. Karbon offset sürecini, insanları ve işletmeleri, iklim krizinin pençesindeki dünyada, olumsuz sonuçları hafifletmek veya ortadan kaldırmak için harekete teşvik eden, çabuk yanıt veren, kolay ve etkin bir yöntem olarak da tanımlayabiliriz.

Karbon offset sürecinin başlangıcı karbon kredisi satın alımına dayanıyor. İşletmeler, saldıkları emisyonu sıfırlamak adına karbon kredisi almaya karar veriyor ve bu noktada emisyon bağlamında etkin ve akredite olmuş projeler listelenip firmaların tercihine sunuluyor. İşletmeler seçtikleri projeyi destekleyip, saldıkları emisyon karşılığında bir çeşit dengeleme yapıyorlar. İşletmeler karbon offset miktarlarını kendileri belirleyebiliyorlar ve bu miktardaki offseti de sertifikalandırabiliyorlar.

Volkan Çetinkaya: Şu anda özellikle ulaştırma alanında koyulan net hedeflere ulaşmak amacıyla bu sektörün ihale şartnamelerine karbon offset mekanizmasının girmiş olduğunu gözlemliyoruz. Karbon offset yaparken desteklenebilecek olan projelerin akreditasyonları buradaki en dikkat edilmesi gereken konu ve bu akreditasyon projelerin herhangi bir ek emisyon üretmeyip kendi karbon ayak izlerini dengeleyebilmelerine dayanıyor. Karbon offsetleme, doğru şekilde yapıldığında, zararlı gaz emisyon etkilerini dengeleyen ekolojik olarak uygun sürdürülebilir kalkınma girişimlerini doğrudan destekleyen bir mekanizma olarak değerlendiriliyor. Ekip olarak sanayi paydaşımızla yürüttüğümüz bir başka proje ile karbon offset mekanizmasını denizyolu taşımacılığında kullanımını başlatmak üzereyiz. Burada fon doğrudan projeye gidecek, akredite kuruluşlar tarafından yapılan offsetlemenin projeye katkısı izlenip raporlandırılacak.

 

Dr. Öğr. Üyesi Volkan Çetinkaya  kimdir?

2005 yılında başladığı iş hayatındaki özel sektör deneyimleri sonrası, 2014 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi, Denizcilik Fakültesi’nde akademisyen olarak görev yapmaktadır. Lisans eğitimini “Endüstri Mühendisliği” alanında tamamlamıştır. 2008 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Lojistik Mühendisliği Programında yüksek lisans eğitimini, 2020 yılında aynı enstitüde İnşaat Mühendisliği Ulaştırma Programında Sürdürülebilir Ulaştırma alanındaki çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi, Lojistik Yönetimi Bölümü, Bölüm Başkan Yardımcısı olan Volkan Çetinkaya, sürdürülebilir ulaştırma, çoklu taşımacılık ve lojistikte karar verme alanlarında lisans ve lisans üstü dersler vermekte ve ulusal, uluslararası akademik çalışmalar ve sektörel proje danışmanlıkları gerçekleştirmektedir.

Dr. Öğr. Üyesi Onur Akdaş  kimdir?

Dr. Onur Akdaş, 2008 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu (Şimdiki Denizcilik Fakültesi) Denizcilik İşletmeleri yönetimi Bölümü’nden birincilikle mezun olmuştur. 2008-2009 yılları arasında Derince Limanı’nda uzman olarak çalışmıştır. 2009 yılında araştırma görevlisi olarak Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi’ne katılmış ve 2012 yılında Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Programı’nda yüksek lisans derecesini almıştır. Aynı programda sürdürdüğü doktora çalışmalarını ise 2019 yılında tamamlayarak doktor unvanını almıştır. Akdaş, 2020 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü’ne Dr. Öğr. Üyesi olarak atanmıştır. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü’nde dersler vermekte olan Akdaş, ilgi alanları olan kıyı alanları değerlemesi, sosyal pazarlama ve sürdürülebilirlik konularında akademik ve sektörel çalışmalarına devam etmektedir.

Etiketler :